Osmanlı’dan Günümüze Sakız Gibi Uzanan Bir Lezzet Maraş Dondurmasının Hikayesi
Dondurma denince akla ilk gelen şey, sıcak yaz günlerinde elimizden damlayan soğuk, tatlı bir kaçış olabilir. Ancak konu Maraş Dondurması olduğunda, işler bambaşka bir boyut kazanır. Çünkü bu sadece serinleten bir tatlı değil; yüzyıllardır süregelen bir geleneğin, sabrın, ustalığın ve yaratıcılığın birleşiminden doğan eşsiz bir lezzet efsanesidir.
Keçi sütü, orkide kökünden elde edilen salep ve odun ateşinde uzun saatler boyunca
yoğrulan bu dondurma, sadece damağımıza değil, kültürel hafızamıza da dokunan bir mirastır.
Hadi gelin, zamanda küçük bir yolculuğa çıkalım ve bu eşsiz dondurmanın doğuş hikâyesine birlikte göz atalım.
Her Şey Bir Tesadüfle Başladı
Yüzyıllar önce, Osmanlı topraklarında, Anadolu’nun kalbinde yer alan Maraş’ta, sıradan bir gün başlar.Ama sıradan gibi görünen
bugün, aslında dondurma tarihine altın harflerle kazınacak bir keşfin de doğum günüdür.
Kahramanımız ise “Maraşlı Osman Ağa”. Ne bir bilim insanı ne de bir aşçı… O, Osmanlı saraylarına ve konaklarına yabani orkide köklerinden elde edilen salep satan bir esnaftır. Salep o dönemde oldukça kıymetli hem kış içeceği olarak tüketiliyor hem de “karsambaç” adını verdikleri, karla hazırlanan şerbetli tatlılara aroma veriyor.
Salep, o dönemde oldukça kıymetli bir maddeydi; yalnızca soğuk kış günlerinde ısıtıcı bir içecek olarak değil, aynı zamanda o zamanların en gözde serinletici tatlılarından biri olan ve 'karsambaç' adı verilen,karla hazırlanan, şerbetle tatlandırılan geleneksel lezzetlere de hem aroma hem de kıvam verici olarak eklenirdi.
Kar İçine Saklanan Sır Osman Ağa, her zamanki gibi Maraş sokaklarında buharı tüten salebini satarken, günün yorgunluğu üzerine çöker. Akşam vakti evine dönerken, elinde kalan son salep karışımına bakar ve bir an duraksar. Emekle hazırladığı bu kıymetli malzemeyi çöpe atmaya gönlü razı gelmez. "Ziyan olmasın," der içinden.
Süt ve şekerle harmanladığı bu karışımı, o dönemin en doğal soğutma yöntemi olan kar kuyusuna, yani toprağın derinliklerine gömer. "Belki sonra kullanırım," diyerek bir umut bırakır ardında.
Ertesi sabah, içini saran bir merakla kar kuyusunun yolunu tutar. Kuyunun kapağını açtığında ise karşılaştığı manzara karşısında şaşkınlığını gizleyemez.
Dün bıraktığı o akışkan karışım gitmiş, yerine yoğun, elastik, adeta sakız gibi uzayan tuhaf ama cezbedici bir kıvam gelmiş. Ne olduğunu anlamaya çalışırken eline bir kaşık alır ve usulca tadına bakar. Tam o anda, Osman Ağa’nın damağında sadece tanıdık bir lezzet değil, adeta yepyeni bir çağ patlak verir. O bir kaşıkla başlayan yolculuk, ilerleyen yıllarda nesilden nesile aktarılacak olan Maraş Dondurması’nın doğuşu olur. Bir halk tatlısının, bir kültürel mirasın ve belki de dünya tatlı tarihinin kaderi, o gün bir kar kuyusunun serinliğinde sessizce yazılmaya başlar.
Diğerlerinden Neden Bu Kadar Farklı?
Maraş Dondurmasının en büyük özelliği, içinde kullanılan salep ve yapımında uygulanan dövme tekniğidir. Evet, bildiğiniz gibi dövülür bu dondurma! Bu işlem hem onun daha yoğun bir kıvam almasını sağlar, hem de diğer dondurmalar gibi hemen eriyip gitmesini engeller. İşte bu yüzden, Maraş Dondurmasını bıçakla kesebilirsiniz, ama yine de o sakız gibi uzar! Bir de elbette şov kısmı var: Maraş sokaklarında, elinde uzun demir spatulasıyla dondurmayı tutan ve müşterisini biraz oyalayıp güldüren satıcılar…
Maraş Dondurması, bazen şapkanıza, bazen omzunuza ama çoğunlukla ağzınıza uzanır.
Maraş Dondurması Bugün Maraş, Yarın Dünya!
Günümüzde Maraş Dondurması, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın dört bir yanında bilinen ve sevilen bir tatlı haline geldi.
Öyle ki, Japonya’dan Almanya’ya kadar uzanan bir ünü var. Bu efsanevi tatlı Maraş Dondurmasının arkasında ise, bir Osman Ağa’nın kıymet bilip karın altına gömdüğü bir kâse salep yatıyor.
Bir tatlı düşünün ki, sadece serinletmiyor; tarih anlatıyor, yüz güldürüyor, kültür taşıyor. Maraş Dondurması, tam da böyle bir lezzet. Maraş Dondurması her kaşıkta, Osmanlı’dan bir parça, Anadolu’nun ruhu ve el emeği gizli.
“Eğer bir gün yolunuz Maraş’a düşerse, Maraş Dondurması yemeye değil, Maraş Dondurmasının hikâyesini tatmaya da gidin.
Çünkü bu tat, sadece damakta değil; kalpte de iz bırakıyor.”